tex

Bodrum

Bodrum

Bakın Bodruma’a niye Bodrum denmiş: “Saint Jean Şövalyeleri inşa ettikleri kaleyi Petronium olarak adlandırdılar (Latince). Bu isim peygamber İsa'nın elçisi Petrus'tan alındı. Kalenin ismi Petrus evi veya Petrus kalesi anlamındadır. Daha sonra ülkeyi fetheden Osmanlılar bu Petronium terimini "Petrum" olarak telaffuz ettiler. "On Seafaring" kitabında Amiral Piri Reis, Petrum şehrini Bodurum olarak adlandırdı. Bundan sonra şehrin ismi "Bodrum" oldu. Bakınız: bilmem ne “pedia”. Anlaşılan Piri Reis kitabını İngilizce yazmış.

Ben Bodrum’a ilk defa M.S. 1961 de gittim. Ama teknemle gitmedim. Zaten hayatta tek sahip olduğum tekne erken gençlik dönemimde ailem tarafından bana ara sıra ödünç verilen bir kayık olmuştur. Denizcilik Bankasının hem yük hem de insan taşıyan 1920 model GİRESUN gemisiyle gittim. Yalnız biz ambarda değil, kamara gibi bişilerin içinde kalıyorduk. Bodrum’da kalenin etrafında kırk-elli hane vardı. Gemiden de sahile kayıklarla çıkarıldık. Marina vs. yok yani; hani belki idrak edemezsiniz diye açıklama ihtiyacı hissettim. Sünger ve deniz kabuğu satan bir iki tane dükkan gibi bişiler vardı. Karayolu varmış, ama Milas’a döne döne sekiz saat sürermiş. Her ne hikmetse Halikarnas balıkçısının kitapları da satılmıyordu. Sonraki gidişim 1974. Üç kafadar İstanbul’dan yola çıkıp Ege ve Güney sahillerini otomobille gezmeye karar verdik. Hani plajlarda tonla kız bulup yaz maceraları geçireceğiz ya. Denize girmenin dışında başımıza her türlü şey geldi.  Mesela, sınıf arkadaşımız çok sevgili Grasia’nın adresini bilmediğimiz için Karşıyaka sokaklarında “Grasia, Grasia” diye bağıra bağıra dolaşmamız gibi. Anarşik dönem olduğu için kimse fazla yaklaşamadı.

Bodrum’a otomobille indik. İndik diyorum, çünkü son hatırladığım daracık bir yolda, buldozerlerin genişletme çalışmalarından çıkan toz bulutlarıydı. Yolu görmeden dağlardan ölmeden inebilmiştik. O zaman gençtik, yaşam bir şey ifade etmiyordu. Korkusuzduk. Sıkıysa şimdi yap. Bir ayağımız çukurda. İkincisini birincinin yanına sokmamak için, elimizden geleni yapıyoruz. Ben her ihtimale karşı, prostatımı, dalağımı, apandisitimi aldırıp, dört böbrekli kayınvalidemin iki böbreğini de ödünç olarak taktırdım. Bir de dişlerimi komple değiştirttim ki, ilerde hani tekrar canlanırsak aç kalmayayım. İhtiyarlık işte; biz Bodrum diye yola çıktık mezarlığa geldik. Ha, her ihtimale karşı bir de kayınvalidenin Alzheimer ilaçlarından almaya başladım. Laf aramızda, çok faydası var, tavsiye ederim alın. Yakın geçmiş hafızanızı çok geliştiriyor. Mesela İpeğin adını bir türlü unutamıyorum. O zaman Bodrum’da kalenin yanında lokantamsı bir yer, her tarafı delik iki pansiyon; bir de otomobil yolu olmayan tepenin birinde “Hillside Disco” vardı. Yabancı turist hak getire, yerli turist de biz dâhil beş tane. Yani anlayacağınız ne eğlendik ne eğlendik.

Sonra tekrar 1988 de gittim. Bodrum acayip büyümüştü. Aktur diye bir site kurulmuştu. Herkes Bodrum’un ne kadar büyüdüğünden ve çirkinleştiğinden bahsediyordu. Enteller o zaman da varmışJ

Arkadaşlar Bodrum’da ev aldıkları sitelerden bahsediyorlardı. Ben etrafa bakıyordum, site mite yok. Sonra karizmayı çizdirip bu sitelerin nerelerde olduğunu sordum. Bodrum’dan kasıt meğerse tüm yarımadaymış. Şimdiki gençlerin tüm Beyoğlu’na “Taksim” demeleri gibi. Türkiye büyüdükçe kavramların kapsama alanları da değişiyor. Biz Nişantaşı’ndan Osmanbey’e dolmuşa binerdik. İndi bindi elli kuruş. Neyse bu bahsettiğim arkadaşlar Bodrum Yarımadasında evlerinin bulunduğu sitelerin yerlerini tespite kalktılar. O zamanki mevcut Renault ve Şahin gibi otomobil olup olmadıkları belli olmayan vasıtalarla toz toprak içinde kendilerini Yarımadanın tepelerine vurdular. Döndüklerinde de “yahu bu Bodrum bitmiş, her taraf site doluyor” dediler. Sanki sitelerden evleri babam alıyor. Neyse entellik işte.

Bir sonraki seferim 1995. Siteler bitmiş, yetmemiş gibi yenileri yapılmakta. Baktım “Yahu bu yeni Belediyeler de çok para yiyorlar, her tarafa imar izni veriyorlar. Bodrum’a yazık oluyor” deniyor. Bu entellikten çıkıp elitliğe dönüşme yılları. Evler denize sıfır deniyor. Yalnız aradaki engebenin sinüsünü almayı unutmuşlar. Denize inmek için, üç yüz metre yokuş in; deniz sonrası da o sıcakta yukarıya geriye çık. Hani tersi olsa ne iyi olurdu. Sabah hava serinken denize çıkılsa da; deniz sonrası sıcakta eve inilebilse.

Ondan sonra da 2006 ile 2008 arası üç kere beşer günlüğüne gittim. Hem de uçakla. Havaalanında otomobil bile kiraladık. Ahhh, nerde o 1961 deki eşekler.

Şimdi vaziyet-i umumiye tekmillen değişmiş. Artık kimse yeni yapılan sitelerin orayı nasıl çirkinleştirdiğinden bahsetmiyor, zira site mite yapılacak toprak parçası kalmamış; zavallı garip insancıklar tatil yaşamlarını devam ettirebilmek için Marinadaki teknelerinin içinde yaşıyorlar. Ama bu sefer de Bodrum’da tam neler olduğunu sökemedim bir türlü. Zaten olanları anlamak için Bodrum’a gitmeye bile lüzum yok. İstanbul’dan vaziyeti çakozluyorsunuz bittabi.

“Alev’cim şekerim, bizimki tutturdu yine Bodrum, Bodrum diye; neymiş efendim, tavla arkadaşları bu yaz yine Bodrum’a gidiyorlarmış da, kendisinin de gitmesi lazımmış. Git, yahu, git diyorum. Hayır, illa sen de geleceksin diye tutturuyor. Kendisine bakmam lazımmış, ben onun karısıymışım, filan felan. Tut birini baksın sana diyorum. Geçen gün geldi, bizim Selahattinlerin Moldova’lı yardımcılarının yirmi üç yaşında bir kız kardeşi varmış; o gelebilirmiş dedi. Tövbe tövbe, estafurrullah. Moldovalılar götürsün seni herif; bir de bu yaştan sonra azacak. Hani bazen diyorum ki; bul birini de seni soyup soğana çevirsin, elaleme rezil ol valla. Aaaa, şekerim olmaz, olmaz valla. Yetti valla. Tabi iş başa düştü. Kalktım gittim Bodrum’a. Evi düzenleyeceğim güya. Madem ille de tavla oynayacaksın, git kendin yap, diyorum. Ben ev işinden senin kadar anlamam diyor bir de utanmadan. Neyse; yağmurlardan çatı akmış, duvarlar rutubet içinde, elektrikler ve telefon kesilmiş, sular akmıyor. Sitenin bekçisi olacak o utanmaz da faturalarını ödesin diye bıraktığımız su, elektrik, telefon paralarını kendisi yiyor galiba. Hadi ustaları bul, köydeki Hanife’yi yardıma çağır, işin yoksa ustalarla uğraş. Ev de kalınacak gibi değil ki. Mecburen butik otelde kaldım. Ona da dünyanın parası gitti. Neymiş yani; yok odaları büyükmüş, yok efendim özel teknesi varmış. Tekne sanki bedava. Senin anlayacağın, ortada fol yok yumurta yok; sadece kazık var. Şimdi gideceğiz Bodrum’a; seninki sabahtan akşama kadar tavla, pişti oynayacak. Denize de girmez. Yahu herif gel; bazı akşamlar komşulara gidelim veya Bodrum’a inelim diyorum. Adamın umurunda bile değil. Eee, çocuklar da çalışıyorlar, Bodrum’a gelmeleri imkansız. Torunları da yollamıyorlar. Neymiş efendim; gelin hanım çocuklarını kendisi yetiştirecekmiş. Hani kendi yetiştirse yanmayacağım, ama çocukları bütün gün yuvaya bırakıyor. Ama Allahı var bizim gelinin hani; Halit’e çok iyi bakıyor. Bakma böyle konuşuyorum, ama bizim gelin iyidir, iyidir Allah için. İşte bir de o gudubet anası olmasa, yok mu ya. Ben de sıkılıyorum tabii ki Alevcim Bodrum’da. Kalk adama kahvaltı yap. Ekmeği de her gün taze olmalıymış. İşin yoksa her sabah kalk, köye in, ekmek al gel. Yok çayı iyi demlenmemişmiş, yok şu olmamışmış, bu yetişmemişmiş; Allah cezanı versin be herif, Allahından görürsün inşallah. Amannn bakma, sinirleniyorum da ondan böyle konuşuyorum. Yoksa bizimki iyi adamdır. Allah kendisini başımızdan eksik etmesin.”

“Erhancım, benimki otuz metre. Tepeden takma otuz tane X motorlu, her biri bir milyon beygir, bu yıl İtalya’dan sıfır getirttim, SALLAMAMARE marka. Abicim, bir bastın mı, on dakikada İtalya’dasın valla. Zaten hafta sonlarında Londra’ya bizim kızı görmeye tekneyle gidip geliyoruz. Biliyorsun, o ATMABABAM ÜNİVERSİTESİNDE okuyor. Çok başarılı valla, profesörü bu yıl yaz tatiline bırakmadı. Benimle beraber araştırma yapmaya devam edeceksin,  seneye NOBEL ödülünü beraber alacağız diyor. “Haklısın Halduncum, bizim tekne de eskidi valla. Bu yıl üçüncü yılı doluyor. Füsun da zaten herkes teknesini yeniledi, teknesini yenilemiyen bir biz kaldık, diye bana söylenip duruyor. Yeni bir tane sipariş verdim. Yüz beş milyon seksen sekiz buçuk dolara. Bill Gates’inkinin bir küçük boyu.” Hani bu arada Bendeniz Ahmet Garip neden bahsettiklerini bilmesem aklıma kötü şeyler gelecek valla. Ben araya girip “Arkadaşlar siz de balıkçılık da vardır mutlaka “ diyorum. “Hah, doğru valla be Ahmetcim, nereden anladın yahu?” “Geçen gün Mustafa’lar konuşuyorlardı da; siz sekiz metre boyunda, bir ton ağırlığında bir ıstakozu dışarı çekerken ağ delinmiş de hayvanı kaçırmışsınız” diyorlardı.  “Valla ne istakozdu o, değil mi Halduncum. Ama hani kabahat biraz da senin oldu. Ağları önceden kontrol etmedin delik var mı diye.” “Çocuklar, Ahmet Garip kulunuza müsaade: birazdan Sharon Stone bendenizi almaya gelecek de; gideyim hazırlanayım bari”. Ertesi gün. “Ahmetcim, Sharon nasıldı bakalım, keh keh keh?” “Sormayın çocuklar yahu; aynı ıstakoz gibiydi, ağları önceden kontrol etmedim delik var mı diye, dışarı çekerken ağ yırtıldı.  Holywood’a dönmek zorunda kaldı. Sizleri artık haftaya tanıştırırım.”

“Alo Elifcim hayatım, haftaya Hacıpaşagilleri teknede misafir edeceğiz. İsterseniz siz de gelin. Pazar akşamı da Sonradanölen’lerin teknesiyle buluşup bordo bordoya yemek yiyeceğiz. Biz o gece için Sibirya’dan özel aşçı getirttik; bize Beyaz Ayı yahnisi yapacak. Bayağı havalı ve şık bir gece olacak. Onların teknesinde kimlerin misafir olacağını bilmiyorum, ama büyük bir ihtimalle de Osurtganoğulları ile Meteliksizzadeler olacaklar. Onların Fransız aşçı kullandıklarını duyuyorum valla. Ay canım, Fransız aşçılardan da bıktım valla. Hep sarımsaklı sosla yapıyorlar yemekleri. Ben yiyemiyorum. Nuri’de aksine bayılıyor. Valla geceleri horultusu yetmiyormuş gibi, adamın bir de sarımsak kokusuna tahammül edemiyorum artık şekerim. Geçen gece canıma tak etti. Şeytan çık güvertede yat dedi. Orada da kaptan ot çekiyormuş. Bana da verdi. Ay bir çakmak çakmak oldum; bir güzel oldum ki; anlatamam valla. Hatta kaptan bile gözüme güzel gözükmeye başladı. Laf aramızda bizim kaptanımız da bayağı yakışıklıdır hani. Ben o gece için Başak Burcu’ya tam teknelik abiye bir elbise diktirdim. Metalik pembe renkli, şasisi düz, dingilleri dikey, üstü açık, kabriyole gibi valla. Göğüs çizgisi az görünüyor. Biliyorsun şekerim, Sarkan geçen sene benim göğüslerimi yeterince düzeltememişti. Benim de Brezilya’ya Dr. Elano’ya gitmeye vaktim olmamıştı. Ama şimdi Papau-Yeni Gine’de yerli bir kadın ameliyatsız düzeltiyormuş. Bu kış ona gideceğim inşallah.”

“Gamzecim, nasılsın hayatım. Çocuklar da iyi mi? Bizim Mutlu Robert Koleji kazandı. Ah, babasınla bir sevindik, bir sevindik ki sorma. Babası ona hemen bir Gelbari aldı. Ama ben valla çok korkuyorum. Geceleri Bodrum yollarında çok sarhoş sürücü oluyor. Sizin Efe ne yaptı. Aaaaa, çok yazık, çok üzüldüm. Olsun, olsun;  Silivri Lisesi de çok iyi Lisedir. Amaann keyfi yerinde olsun da. Şekerim bak ben seni niye aradım. Bizim Bodrum’daki ev nihayet bitti. Valla bizi de çok uğraştırdı hani. Hele o tatlı mimar Cancan yok mu; anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdi. Sizleri bu yaz mutlaka bekliyoruz. Biliyorsun, sekiz tane misafir odamız var. Salonumuz da çok büyük. Ama bu yüzden de kendimiz için bir yatak odası bile sığdıramadık eve valla. Biz de bahçedeki müştemilatta yatıyoruz. Biliyorsun zaten bahçe çok büyük; seksen bin ölümmüymüş, neymiş. Ama mühim olan sevgili misafirlerimizin rahat etmesi, değil mi. Hem yüzme havuzumuz da çok büyük. Ertan diyor ki; hayallah neydi o yahu. Hah, hah, buldum, Olmayat mı ne diyorlar, onun havuzlarından üç tanesi büyüklüğündeymiş. Evin yerini biliyorsunuz değil mi? Havan Tepede. Denize de arabayla yarım saatçik bile tutmuyor. Sizin o çirkin sitedeki eski küçük köhne eviniz duruyor mu? Mutlaka bekliyoruz tatlım. Canım, seni çok çok öpüyorum. Şadi’ye de çok çok selamlar. Bye bye şekerim, bye bye.”

“Funda abla şöyle biraz daha öne doğru eğil Allahını seversen; o güzel göğüslerini de alayım. Hem bak bu makineyi bu yıl senin için aldım valla. Tuba da kendisini çekmemi istiyor, ama biliyorsun; sen benim için en süperisin valla. Bir tanesin bir tane. Canım Ablam benim. Can Abim nasıl? Biliyor musun yahu, hafta arasında ben onu İstanbul’da Reina’da gördüm. Bayağı iyi eğleniyordu helalinden. Ama onun gibisi yok harbiden. Al şu binliği, git Bodrum’a, Funda Ablanın fotoğraflarını istediği gibi çek dedi. Bir tanedir, bir tane benim Can Abim.”

PLAJLAR VE İNSANLAR

Bu mevsim Bodrum sahillerinin yıldızları Ahmetali Beyle sekreteri Leyla Alan Hanım. Ahmetali Beyin Somali yapımı lüks teknesiyle her gün değişik bir Bodrum koyunda görülen çift, birbirlerine çok yakışmaktalar. Her ne kadar Ahmetali Beyin eski karısıyla olan ilişkisinin yeniden başlandığı söylense de, çiftin mutluluğu mayolarından belli olmaktadır. Ahmetali Bey Bodrum sosyetesine sürpriz yapmak için uzun siyah donunu bu yaz Mahmutpaşa’dan almış.

Sosyetenin güzel dullarından Burcu İpekyer, bu kışın sonunda İstanbul sosyetesinin zenginlerinden Hacı Sarraf Bey’den ayrıldıktan sonra kabarık cüzdanlı kimseyi bulamadığından, Bodrum’daki günlerini yalnız geçirmekte.

Ünlü aikidocu Rüstem Vur ile ünlü Halkla İlişkiler uzmanı Ceylan Güzelver’in aşkları bütün hızıyla devam etmektedir. Bu yıl Avrupa şampiyonu olan Rüstem’e ödül olarak Taşspor Kulübü Başkanı Kudret Sert kendi yatını tahsis etmiştir. İrtifalı birliktelikleri yatay olarak devam etmekte olan çift çok mutlu görülmektedirler.

Tektilci Nasuhi Bey bu yaz da Bodrum’da sekiz tane Rus güzelinle görülmektedir. Geçen gece diskoda kızlarla dans ederken cebinden Viagrasını düşürdüğünü görmüşler. Ama o Viagrayı yerden alıp, biri düşürmüş diyerek Sirkjokeyine vermiştir.

BODRUM’DA GECE HAYATI

Barlar sokağı bu yıl yine dolu. Hatta belediye Başkanı Mahmut Uyanık sokağı cadde haline getirmiş. Sokağın iki yanındaki yerli Bodrum’luların oturdukları evleri yıkmış. Bodrum’lularda Ankara’ya gitmişler. Anıtkabir’e çelenk koyduktan sonra Başbakanlığın önünde toplanmışlar. Başbakana dilekçe vermek istemişler; ama nümayişdarların ellerindeki ağ ve oltaları gören polisler bunlara iplerle iniş yapıverirken, Recep Usta durumu görmüş ve “one minute” diye polislere müdahale etmeye kalkmış. O sırada Nedenyahu “hop baba” deyince, o da mecburen Sopama’ya mektup yazmak zorunda kalmış. Durum böyle giderse Elitistler Saint Lightning’ den kalın ayar yapmasını isteyeceklermiş. Ama bu arada Yettiulan Sırıtan “haşa böyle bir şey olamaz” deyince iş suya düşmüş. Bunun üzerine Bodrum’lular Görümcekaya Mahkemesine başvurmuşlar ve evlerinin yıkılmasının iptalini istemişler. Görümcekaya Mahkemesi de hemen oy birliği ile bu işlemi şekilsizlik açısından ele almış ve bu olay şekilsizdir diye karar vermiştir.  Ama bu arada evler yıkılmış olduğu için Bodrum’lular durumu Avrupa Nisan Hatları Mahkemesine götürmüşlerdir. Başkan Mahmut Uyanık her ne kadar Nisan Hatları Mahkemesinin Başkanına Bodrum’da bir ev vaat etmişse de, Bodrum Belediyesine ev başına beş yüz ABD Dolar ödeme cezası gelmiştir. Bodrum Belediyesi de evleri yıkan hafriyat firmasının dozer operatörü Sadığın bu parayı ödemesine karar vermiştir. Sadık bunu duyunca haciz memurlarından kaçmak için hemen yeni açılan Çıplaklar Otelinde hamam tellaklığına başlamıştır. Zaten rivayete göre Sadığın haciz edilecek bir şeyi bulunamadığı için sırt kıllarına haciz konmasına karar verilmiş.

Geçen gece Allı Pullu Barda kadın yüzünden çıkan kavgada sekiz kişi ölmüş, on beş kişi de yaralanmıştır. Kaşıkoğulları ailesinden Nuri Kaşık, Keloğlu ailesinden Saim Keloğlu’nun yanında bulunan elli beş yaşındaki İngiliz kadına “hello” demiştir. Bu yüzden çekilen silahlar sonucu İngiliz turist hanımla beraber orada bulunanlardan yedi kişi hayatını kaybetmiş; ikisi ağır olmak üzere on beş kişi yaralanmıştır. Olayla ilgili soruşturma devam etmektedir. Görgü tanıklarının ifadelerine göre ölenler Bodrum yoluna kurban gitmişlerdir. Bu arada Tunceli valisinin iki aileyi barıştırmak için girişimlerde bulunduğu bildirilmektedir.

“Kaptan gel hele yahu. Hadi yine iyisin. Seninkilerden ses yok bu sene. Ohh, gel keyfim gel, tekne sana kaldı. Bu sene Marinada’da yer buldunuz.” “Oğlum, bizim patron geçen yıl mavi tura takım elbiseyle çıktığı için İstanbul’daki sosyetesine çok alay konusu olmuş. Onun için bu yıl utancından gelemiyormuş. Geçen gün şöförü telefon etti de o söyledi. Biz de Allah ne verdiyse, İngiliz, Eskimo, Fildişi Sahilli filan idare ediyoruz artık. Yalnız Eczacı Yeliz Abla bıktı benden valla. Gecenin acayip bir saatinde bu manyak karılar ablamı uyandırıp eczaneyi açtırıp protection satın alıyorlar.” “ Helal olsun sana kaptan abim benim. Ali Dayı, hadi bize bir büyük ver. Biraz da leblebi. Yok, yok meze filan istemeyiz; sonra Bodrum Kazı muamelesi yapıyorsun bize. Biz kaptanla şöyle bir güzel Bodrum dedikoduları yapalım bakalım. Birazdan Emlakçi Murat ile Büfeci Hayrullah da düşerler evvelallah.”

No video selected.