Ertuğrul bir gün beni aradı “Ahmet Abi, ben Uganda’ya gidiyorum; tur yapılabilir mi diye bakacağım, bir de maymun peşine gideceğim, gelir misin?” dedi.
17 Ağustos sabahı saat 02:30 da uyanıp Amsterdam üzerinden on dokuz saatlik bir uçuştan sonra Lima, Peru’ ya vasıl olduk. Nasıl olsa Lima kaçmıyordu bir yere. Havaalanından çıkar çıkmaz insanların bir anda kaçıştıklarını gördüm. Sonradan anladım ki en uzunu 1.50 m. ve en irisi benim üçte birim kadar olan bu insanlar beni görünce ejderha görmüş gibi olmuşlar. Zaten bu ejderhalık bütün gezi boyunca başıma dert oldu. Küçücük ve markasının ne olduğu anlaşılmayan taksilere binince şoförler öteki kapıdan dışarı fırlıyorlardı. En kötüsü de dükkan tenteleriydi. Bunları kendi boylarına göre yaptıkları için ha bire gözüme giriyorlardı. Zaten adamları bavula koysan uçakta fazla bagaj ücreti almazlar.
KAÇKARLAR, AĞRI VE DE ELBRUS Arka arkaya üç hafta ve üç dağ. Hangisi önce hangisi sonra önemli değil bence, çünkü sırayı ben de karıştırıyorum. Halbuki çocukken kerrat cetvelini nasıl da kolayca ezberlemiştim.
Ertuğrul’la bana iyi bir tiyö geldi. Güney Amerika’da nefis döner yapan bir Türk varmış. Taksim’de üstünde kirden ve yağdan kahverengi - gri karışımı renklenmiş bir önlük, elinde kılıç kalkan ekibine nazire yapan bir bıçakla, “büyrün”,”büyrün” diye bağıran, modern ve havalı tipler gibi üç-dört günlük sakalı olan ve bıyığı taa Harbiye’den görülebilen, döneri midenizden ancak ertesi hafta çıkabilen dönercilerden çok daha iyi bir dönerci olduğunu düşünüp yola koyulmaya karar verdik.
Otuz beş gün sadece makarna, pilav ve de ekmek yiyerek yaşamını sürdürmek durumunda olan birinin devamlı yanında dolaşan koruma altındaki semiz dağ kekliklerine bakarak aklını kaçırmasıyla ilgilidir.
Siz yılbaşı gecesi saat 20:00 de yattınız mı hiç? Ben yattım. Ertuğrul da geceyi geçirmek için bizde kaldı. Saat 02:00 de uyandık ve sabah saat 05:00 deki Amsterdam uçağına yetiştik. Her zamanın iyi kalplisi ve benim her türlü kahrımı sessizce çeken sevgili zevcim İpek de yılbaşı gecesini Televizyonu öperek kutlamış.“Yılbaşının sabahı saat 05:00 uçağı acaba nasıl olur?” diye çok merak ederdim. “Full” olurmuş. Biz sakin sakin kendi başımıza gideceğimizi ümit ederken, “Abey, biraz öteye yanaş da bize yer kalsın” diyenler ile doluydu.
Copenhag ne de olsa nostalji. Bir zamanlar orada kupa kaldırmıştık. O sefer İngiliz Hooliganlar bize popolarını gösterirler diye dolaşamamıştık pek. Bu sefer uçaktan otele inince, dünyalar tatlısı rehberimiz İlknur (İko) “Haydi artık serbestsiniz” dedi. On üç kişilik grubumuz bir anda ikiye indi. İpek ve ben. Biraz sonra da grup bire indi. “Bendeniz”.Bunun matematiksel bir açıklaması yok. Sadece alış-verişsel bir durum. Bana demişlerdi ki “Sen o zaman pek fark edemedin, Dan kızları nefistir, hele esmer erkeğe bayılırlar”. Eh, ben de gözüme spor gözlüğümü takıp şehrin en işlek caddesinde elimde Colam ile bir banka oturup beklemeye başladım. Hiç kimse gelmedi yanıma, gelmediği gibi aynalı gözlüğümle çaktırmadan izlediğim kızlar bana bakmadılar bile. Böylece bana yalan söylenmiş olduğunu anladım. Dan kızları hiç de güzel müzel değillermiş.