Geçen gün Çeliktepe’de yürüyordum. Otomobili tamirciye bırakmış, dönmek için taksi arıyordum. Cuma günü öğle vaktiydi ve camiden çıkan cemaat dağılıyordu. Arkasından da dört kişinin taşıdığı bir tabut çıktı. Adamlardan biri “Ağabeyim, şuna bir destek ver de ben de organize olayım” dedi.
Copenhag ne de olsa nostalji. Bir zamanlar orada kupa kaldırmıştık. O sefer İngiliz Hooliganlar bize popolarını gösterirler diye dolaşamamıştık pek. Bu sefer uçaktan otele inince, dünyalar tatlısı rehberimiz İlknur (İko) “Haydi artık serbestsiniz” dedi. On üç kişilik grubumuz bir anda ikiye indi. İpek ve ben. Biraz sonra da grup bire indi. Bendeniz. Bunun matematiksel bir açıklaması yok. Sadece alış-verişsel bir durum. Bana demişlerdi ki “Sen o zaman pek fark edemedin, Dan kızları nefistir, hele esmer erkeğe bayılırlar”. Eh, ben de gözüme spor gözlüğümü takıp şehrin en işlek caddesinde elimde Colam ile bir banka oturup beklemeye başladım. Hiç kimse gelmedi yanıma, gelmediği gibi aynalı gözlüğümle çaktırmadan izlediğim kızlar bana bakmadılar bile. Böylece bana yalan söylenmiş olduğunu anladım. Dan kızları hiç de güzel müzel değillermiş.
T.C. de yaşayan yetmiş beş milyon insanın hepsinin T.C hudutları içinde kendi ait olduklarını hissettikleri yerel bir memleketi vardır. İstanbul’da düğün olduğu zaman bu vatandaşlar kendi ülkelerinden cümbür cemaat Dersaadet’e intikal ederler. Bu müteharrik konuşlanma için özel otobüs bile kiralanır.
İstanbul düğünleri yöre, töre, din, mezhep, tarikat vs. geleneklerine göre ayrılırlar. Bu düğünlerde duruma göre teknede zıplanır; damda oynanır ve aşağıya düşülür, davul zurna eşliğinde göbek atılır; içki içilir veya dualar eşliğinde zikirle beraber düğün yapılır vs. Bu da T.C. deki çok farklılıklar gösteren sosyal hayatı ve inanış biçimlerini gösterir. Bunlara da herkesin saygı göstermesi gerekir. Hatırlatma:
Siz yılbaşı gecesi saat 20:00 de yattınız mı hiç? Ben yattım. Ertuğrul da geceyi geçirmek için bizde kaldı. Saat 02:00 de uyandık ve sabah saat 05:00 deki Amsterdam uçağına yetiştik. Her zamanın iyi kalplisi ve benim her türlü kahrımı sessizce çeken sevgili zevcem İpek de yılbaşı gecesini Televizyonu öperek kutlamış. “Yılbaşı’nın sabahı saat 05:00 uçağı acaba nasıl olur?” diye çok merak ederdim. “Full” olurmuş. Biz sakin sakin kendi başımıza gideceğimizi ümit ederken, “Abey, biraz öteye yanaş da bize yer kalsın” diyenler ile doluydu.Tabi yine kaşınmıştık. Kar görmemiz gelmişti herhalde. Başka yerde kar yokmuş gibi adamcağız (E.Hemingway) Allahın dağının karlarını yazmış. Hollywood da atlamış konunun üzerine. Casablanca’ da olmayan kahve gibi, Klimanjaro’ da da olmayan karları film yapmış. Bizim sırtımızda dağ çantaları, üstümüzde dağ montları, ayağımızda dağ botları var. Amsterdam’a inince Hostes “Siz buradan başka bir yere gidiyorsunuz herhalde” deyince “Yok valla abla, Hollanda deniz seviyesinin altındaymış da, yukarı tırmanabilmek için böyle giyindik” dedim. Son derece normal karşıladı bu izahı.